Bu Blogda Ara

8 Kasım 2018 Perşembe

Cumhuriyet Gazetesi ve Vakıf Tartışması, Alev Coşkun

İki ay önce Cumhuriyet gazetesi vakfı yönetiminde değişiklik oldu. Gazeteye 2013 yılında yerleşen ikinci cumhuriyetçiler yönetimden uzaklaştırılınca tepkiler gecikmedi. Ne gariptir ki ilk tepki bir fethullahçılardan geldi.

Erdoğan'ın Gazetesi



Ve yine ne gariptirki yazının olduğu siteye Türkiye'den girilemiyor.

Cumhuriyet Vakfının başına geçen yeni yönetimde hemen Cuhmhuriyet gazetesinde yeniden organize olacak şekilde görev dağılımı yapıldı. Tabi 2013 yılında vakfa ve gazeteye yerleşen ikinci cumhuriyetçiler gazeteden istifa edip ayrıldılar.

Kimdir bu ikinci cumhuriyetçiler derseniz, ilk olarak 60'ların sonu 70'lerin başına gitmek gerekecek. Bir fikir adamı olan İdris Küçükömer'in Türkiye'deki demokratikleşme üzerinde durduğu ve konu üzerine oluşturduğu fikirlerin bütünü.  Bir siyasi düşünce olarak 70'lerde konuşulmuş, yazılmış, çizilmiş, tartışılmış ve bir siyasi parti etrafında birleşilemeden konu kapanmış. 1991'de soyvetlerin çökmesi, yani iki kutuplu dünyanın sona ermesi sonucu kendini sol'da sayan bir kitlenin ikinci cumhuriyet düşüncesini kendisine aitmiş gibi göstererek sağ'a kaymasıdır.


Burada şunu anlamamız gerekiyor. Sol nedir?, Sol'dan ne anlamamız gerekiyor. Sol denince akla ilk gelen işçi, emekçi sınıfların hakimiyetimi yoksa, sosyolog Emre Kongar'ın bir çok kitabında ve yazılarında bahsettiği feodal din-tarım toplumundan kentsel endüstriyel toplumu geçiş mi?

Elbetteki ortaçağ ilişkilerinin toplamı, tanımı olan feodal din-tarım toplum ilişkilerinin yok edilmesidir, yani kulluktan insana, vatandaşa ve bir milletin bireyi olmaya geçiştir. Burada durulması gereken en önemli nokta, sol'u anlamak için,  insanın kulluktan milleti oluşturan bireylerden biri olmaya geçmesidir. Bu sol'dur, bu sol düşüncenin temelidir.

Bununla ilgili en güzel söz ise bu cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal'e aittir.

'Cumhuriyet, kula kulluk etmekten vazgeçip, Allah'a kulluk etmektir.'

Cumhuriyet gazetesi 7 Mayıs 1924'de Yunus Nadi tarafından kurulmuştur. Gazeteye verilen Cumhuriyet ise bir akşam öncesi Mustafa Kemal tarafından önerilmiştir. Cumhuriyet gazetesinin temelini ise daha öncede yayın hayatında olan 2 gazete oluşturur. İlki 1918'de Yunus Nadi tarafından kurulan ve İstanbul hükümetine muhalif Yenigün gazetesidir. Diğeri de kurtuluş savaşında Mustafa Kemal Atatürk'ün de yazı yazdığı gazetedir. Adını da küçük gruplar halinde emperyalistler ve işbirlikçileri ile savaşan ve daha sonra yeni Türk ordusunun temelini oluşturan Kuvayi Milliye'den alır. Cumhuriyet kurulduktan sonra da rejimin, devrimlerin yada reformların savunuculuğunu yapar. Atatürk'ün ölümünden sonra bazı dönemlerde sağa hatta faşizme kaysa da, bir süre sonra tekrar temellerine geri döner.

1990'ların başında da böyle bir sağa kayma yaşanmış ama gazetenin önemli isimlerinden İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Ali Sirmen öncülüğünde tekrar kuruluş temellerine geri dönülmüştür.

2002 yılında AKP'nin tek başına iktidar olması ile muhalif kesimlerin en önemli köşelerinden biri olmuştur. 2007'de ise Ergenekon yalanıyla, başyazarı ve vakfın başkanı olan İlhan Selçuk terör örgütü üyeliği sıfatıyla gözaltına alınmış, yargılanmadan hapse sokulmuştur. Bir süre sonra ise hayata gözlerini kapamıştır. Aynı dönem Cumhuriyet gazetesinin Ankara Bürosunun başında olan Mustafa Balbay'da İlhan Selçuk'un akibetine uğramıştır.

2013'de vakfın seçimlerinde usulsüz yapılarak ikinci cumhuriyetçiler, 90'ların başında gazeteyi iflas noktasına götüren düşünceyle paralel, gazete içinde hakimiyet kurmuştur. Bir kaç yıl içinde de gazetenin tirajında neredeyse yarı yarıya düşüş olmuştur.

İkinci Cumhuriyetçilerin gazetesi durumuna gelen Cumhuriyet, bir yıl sonra, Türkiye'de Friedrich Ebert Stiftung vakfının şubesi konumunda olan SODEV tarafından ödüllendiriliyor.

Borsa Spekülatörü Soros'un Türkiye'ye gelememesi ve de iş yapamaması sonucu bu bu görevi üstlenen Friedrich Ebert Stiftung şubesi gibi faaliyet gösteren SODEV ve şuanki CHP ile olan ilişkisi.

Gelelim yeni seçilen ve daha önceden Cumhuriyet vakfında yöneticilik yapmış olan Alev Çoşkun ve vakıf yönetimine Alman basınına röportaj verirken ultra nasyonalist diyen Aydın Engin'e.



Yeni vakıf yönetimine tepki veren ve Aydın Engin'i örnek gösteren Hikmet Çetinkaya'nın aczimendilere; nurcuların yani fethullahçıların proleteri demesi.




Bir dönem Cumhuriyet gazetesinde başyazarlık yapan Can Dündar'ın soros ve nurcu sevgisi.



Yeni vakıf yönetime tepki veren bir çok isim var. Ben sadece ön plana çıkanları buraya koydum.

Alev Çoşkuna gelirsek de karşımıza Cumhuriyet gazetesi ile olan bağına bakmamız gerek. 

90'ların başında Cumhuriyet'in o çalkantılı dönemi bitince Alev Çoşkun, 1992'den itibaren hem Yenigün (1918'de Yunus Nadi'nin gazetesine atıf) A.Ş.'nin yönetim kurulu başkanlığı yapıyor hem de 2000'den sonra Vakfın başkan yardımcılığını yapıyor. 2000 sonrası Vakfın başkanı ise İlhan Selçuk. 2013 yılında ise ikinci cumhuriyetçilerin Vakıf yönetimini eline geçirince görevine sona eriyor.

Kim yada kimler Cumhuriyet'in başında olması gerekiyor, siz karar verin. Bir tarafta 1923'de kurulan Cumhuriyet rejimine sahip çıkan kişiler, diğer tarafta Almanya'ya sığınan, röportaj veren kişiler.

Buradaki tartışma gazete yada gazetecilik tartışması değildir. Bu tartışma gazetenin adı olan Cumhuriyet tanımının, kavramının toplum üzerinde oluşturduğu düşünceyi değiştirme tartışmasıdır. Bir tarafta cumhuriyet devrimlerini korumaya çalışanlar, diğer tarafta cumhuriyet rejmini asker tabanlı, batıcı bulup karşısına sol diye doğucu-islamcı (ve liberal, küreselleşmeci) düşünceyi koyanlar.

Tartışma, cumhuriyet rejimi tartışması. 

6 Eylül 2018 Perşembe

CHP Solu, Solculuğu

Kapitalizmin yedek lastiği

Efendim, bunu iki açıdan değerlendirelim. Birincisi, hem SODEP’in kuruluş aşamasındaki, hem de Halkçı Parti’nin kuruluş aşamasındaki öncü fikirleri biliyorum. Bunlar soldan çok sağa yakın fikirlerdir. Fakat Türkiye’de liberal sağ olmadığı için bunlar sol gibi sunulmuştur. Yani efendim, düşünce özgürlüğünü Batı’daki bütün liberal partiler ister; istenmemesi ayıptır. Bizde, örneğin Doğru Yol Partisi’nin düşünce özgürlüğü istediğinden şüpheliyim. Onun için hiç DYP’ye önem vermiyorum. DYP’nin tutumunu, bir siyasî lideri yeniden itibarlı hale getirmek için yaptıkları manevralar olarak görüyorum ve “demokrasi savaşı” olarak görmüyorum. Bu çerçeve içinde, bu SHP içinde görev alan insanların bir kısmının solculukla ilgileri yoktur. Yani nedir solculuk? Kapitalist sömürüyü ortadan kaldırmak, kapitalist düzeni değiştirmektir. Böyle bir amaçları yoktur.

1985 yılında Saçak dergisinde yayımlanan, Halil Berktay'ın sorduğu Uğur Mumcu'nun sorduğu sol siyaset üzerine olan röportajdan bir bölüm. Röportajın başlığı 'Kemalizm ve Sosyalizm Aynı Denizlere Akan Nehirler Gibidir'. 

Günümüz solunun hem meclis de hem meclis dışında toplandığı tek örgütsel yapı CHP'dir. HDP diyemeceğim çünkü meclis'e girmeleri yada meclis dışında varolmaları bile CHP tarafından korunmaktadır.



Şuan ki CHP'nin öncesi.

1985 yılında Uğur Mumcu'nun ifade ettiği SODEP ile Halk partisi birleşerek SHP'yi oluşturmuşlardır. 1991 yılında SHP, HEP'in üyelerini terörist başı Abdullah Öcalan tarafından meclis'e sokup bir de HEP'in vekilleri Kürtçe yemin etmeye kalkınca meclisde büyük kavgalar çıkmıştı. Daha sonrasında SHP kongresinde de olaylar devam etmiş, ertesi yıl, 1992'de Deniz Baykal SHP'den gelenlerle birlikte CHP'yi tekrar kurarak 1995 yılında iktidar ortağı oldu. Deniz Baykal solu toparlamaya çalışırken aynı zamanda meclise terörist savunucularını vekil yaptıran SHP'yi de tarihte bırakmıştır.

1999'da CHP baraj atlı kalınca başkanlıktan istifa etmiş, ancak 2000'de tekrar başkanlığa geçmiştir. 2001 ekonomik krizi sonrası siyasi belirsizlik 2002'de erken seçime yol açmış, sol seçmen DSP'ye olan desteği CHP'ye yönelterek, DSP'yi baraj altı CHP'yi de ana muhalefet yapmıştır.

2003 yılında Irak tezkeresine karşı çıkarak sadece kendi partisini değil, tezkereye karşı AKP'lileri de örgütleyerek tezkerenin meclisten onay almasını engellemiştir. 2007 yılında yapılan Cumhuriyet yürüyüşlerine hem kendisi (izmir mitingi) hem de dönemin bir çok CHP şehir örgütlerinin katılmasını sağlamıştır.

2010 yılında bir internet sitesinde gizli kamera görüntüleri yayımlanınca başkanlıktan son kez istifa etmiştir.

Deniz Baykal'ın Türk solunu bir parti altında toplamaya ve sesini mecliste söylemeye çalışması ne olduğu bile bilinmeyen kamera görüntüleriyle son bulmuştur.

Aynı dönemde CHP içinde başka bir ad parlatılmaya çalışıyordu. TESEV'in kurucularından Kemal Kılıçdaroğlu.

2008 öncesinde de adı parlatılmaya çalışılsa da esas sesini AKP başkan yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat ile hayali ihracat tartışmasında duyurdu. Daha sonra AKP başkan yardımcısı belgeleri kabul ederek görevinden istifa etmiştir. Eylül olayında yaşanan bu tartışmadan bir kaç ay sonra
Kemal Kılıçdaroğlu bu kez AKP'nin en önemli adlarından olan Melih Gökçek ile ARENA programında tartıştırılmış ve kazanan yine Kemal Kılıçdaroğlu olmuştur. Bu kadar parlatıldıktan bir yıl sonra, Deniz Baykal'ın gizli kamera olayından sonra da CHP'nin başkanlığına getirilmiştir.

İlk açıklamalarından biri de yeni sol, yeni demokrasi anlayışı oldu. Çok geçmeden Y-CHP diye adlandırılan CHP, Deniz Baykal dönemi politikalarından vazgeçip, 20 küsür yıl önceki SHP anlayışına yönelmiştir.

Türkiye'nin bağımsızlığının duruşu olan bir çok politika ters yüz edilmiş, sözde ermeni soykırımı savulunur hale gelmiştir.

CHP'li Hüseyin Aygün

CHP'nin ermeni soykırımı propagandası 

Ermeni soykırımı var diyen bir Türkiye ermenisini milletvekili aday yapılışı

Türkiye cumhuriyetinin modern ve çağdaş bir toplum haline gelmesine köstek olmaya çalışan, Türk askerini, subayını öldüren ve Dersim harekatı sonrasında da vatana ihanetten asılan seyit rıza'yı savunan kişileri CHP'den milletvekili yapan CHP.

Türkiye'nin en önemli iki sorunundan biri olan kürtçü teröriste şehit diyen CHP milletvekili.


Tevhidi Tedrisat kanunu ile bütün halkın aynı temel eğitim almasını yok sayıp, kuran kurslarının her mahallede açılmasını sağlayacağız diyen yeni merkez kurulu üyesi Gürsel Tekin. 
Sosyal demokratlığı bile beceremeyip, kendilerini liberal demokrat ilan eden Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP. 
'Yalnız değiliz. Dünya, aşırıcıların, dar görüşlü popülistlerin ve diktatörlerin yükselişini izliyor. Bunların baskı derecelerinde önemli farklılıklar var ancak ortak yanları da bulunuyor. Diktatörler birbirlerinden öğreniyorlar. Demokrasilere karşı birlik oluyorlar. Ülkelerini mahvediyorlar ve insanlarını yurtdışında yaşamaya zorluyorlar.
'Liberal demokratlar buna nasıl yanıt vermeli? Dar görüşlü popülistlerin ve yeni kuşak diktatörlerin iktidarlarına karşı çıkmak için uluslararası çapta yeni araçlar geliştirmeli ve paylaşmalıyız.'


'Bizim siyasi mücadelemiz ülkemizde vatandaşlarımızın refahının artırılması ve demokrasimizin en ileri düzeye eriştirilmesi içindir. Biliyoruz ki Türkiye ’de demokrasinin karşı karşıya olduğu temel sorunlar bulunmaktadır. Günümüzde, bu sorunların özünde özgürlükçü (liberal) demokrasiye yönelik tehditler yatmaktadır.'


Kemal Kılıçdaroğlunun demokrasi hakkında söyledikleri yazının başında Uğur Mumcu'nun dediklerini teyit eder niteliktedir. Uğur Mumcu'nun değişiyle bunlar sol değil, sağcıdır. 

CHP'nin başkanlık seçiminde aday olarak çıkarttığı Muharrem İnce ve ekonomiye bakışı. 

Merkez bankasını bağımsızlaştıracağız. 

Halbuki bağımsızlaşması gereken Merkez bankası değil, Maliye bakanlığıdır. Kurumlar arasında bağımsızlaşma olursa demokrasiden söz edilebilinir.

Şöyle de sorulabilinir; Muharrem İnce merkez bankasını bağımsızlaştırırsa devletin para politikalarını nasıl yönlendirecek yada nasıl kontrol edecek? 
Çapsız CHP'nin çapsız başkan adayı.

'Sivin Örümceğin Ağında' kitabını okuyanlar Türkiye'de neler olup bittiği hakkında az çok bilgi sahibidir. TESEV gibi kuruluşlarla ülkeyi sivil toplum kuruluşlarıyla nasıl sarıp sarmaladıkları, partilerde ve dolayısıyla meclisde nasıl ses yükselttiklerini ve devletin politikalarını ve işlerini nasıl yönlendirmeye çalıştıklarını kitabı okuyan az çok görebilmektedir. Bütün bu olup bitenlere de solcular arasında ses yükselten yok denecek kadar azdır. 

TESEV başkanı Can Paker'in Soros desteğinin itirafı

Kurucusu olduğu TESEV'i savunan CHP başkanı Kemal Kılıçdaroğlu.

2015 seçimleri.

2015 seçimlerinde 'Adalet, Özgürlük ve Kalkınma' vizyonuyla AKP'nin ardılı olan CHP.

'Adalet, Özgürlük ve Kalkınma' vizyon ile ilgili 2 hafta önce Adalet ve Kalkınma adlı yazıma bakabilirsiniz.

2015 seçimleri öncesinde CHP projesi. Merkez Türkiye.

2015 seçimleri öncesi ve sonrasında sadece günün gazete ve internet haber sitelerinde yer alan ancak Wikipedia'nın sadece İngilizcesine yerleştirilen Merkez Türkiye projesi. Wikipedia'nın ingilizcesinde yazılanlara bakılacak olursa Merkez Türkiye projesi, AKP'nin eski başbakanlarından Ahmet Davutoğlu'nun 'Stratejik Derinlik adlı kitabına dayandırılıyor. 

2000'lerin başında AKP'nin iktidara getirilmesi, ABD'nin önce Afganistan sonra Irak işgalleri sonrası ortaya atılan (öncesinde sadece bir proje olarak bahsedilen) BOP, 2015 yılında bu projenin çökmüş olmasına rağmen TESEV kurucusu ve CHP başkanı olarak daha da genişletilerek Türk insanının önüne koyuluyor. BOP'da sadece kuzey afrika ve ortadoğu varken, CHP'nin Merkez projesi ile birlikte bu sınırlar daha da genişletilip ortaasya'ya kadar uzanıyor.

Sonuç olarak Uğur Mumcu'nun 1985 yılında tespit ettiği günümüz Türkiye solunun tanımı; Yeni CHP Kapitalizmin yedek lastiği'dir. 

Kaynaklar

http://www.muasir.org/2016/09/27/mumcu-kemalizm-ve-sosyalizm/

https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/11/141113_dersim_chp

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40527743

http://www.radikal.com.tr/politika/kilicdaroglunun-ozgurluk-acilimi-1012848/

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/chp-iktidarinda-ayni-sokakta-tiyatro-da-kuran-kursu-da-olacak-15656001

https://www.bloomberght.com/haberler/haber/2125591-chp-nin-cumhurbaskani-adayi-ince-haberturk-tv-de-sorulari-yanitladi

http://www.ilk-kursun.com/haber/249109/chpli-vekil-hendekleri-savundu-pkklilara-sehit-dedi/

merkez türkiye projesi https://en.wikipedia.org/wiki/Merkez_T%C3%BCrkiye

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/281193/CHP_sir_projesini_acikladi..._Merkez_Turkiye.html


2 Eylül 2018 Pazar

13. Kabile ve Türklerin Müslümanlığı (Türkler Nasıl Müslüman Oldu)

'Onüçüncü Kabile' kitabı çok yönlü yazar Arthur Koestler tarafından 1976 yılında yazıldı. Yazıldığı tarihte bir çok tartışmayı da beraberinde getirdi. Bazı ortadoğu tarihçileri kitaptaki bilgilerin dayanaksız olduğunu ileri sürdü. Ancak kitap çok ses getirmesine rağmen Türkiye'de 1993 yılında yayımlanabildi.

'Onüçüncü Kabile' kitabı Hazar (kazar, gezer) Türklerinin politik anlamda museviliği seçmesi, yaşadığı dönemde Roma imparatorluğu ve diğer önemli devletlerle olan ilişkilerinden bahseder. Zayıflamaya başladığı dönemde ve yıkılışıyla birlikte musevi olan Hazarlar'ın, hazar yada Türk kimliği ile değil, musevi, yahudi kimliğiyle doğu avrupa'nın etnoslarından biri olduğunu ileri sürer. Macar, Polonya, Rus Yahudilerinin aslında Arapların akrabası olan yahudilerin değil, Ogurların boylarından olan Hazarlar olduğu sonucu ortaya çıkar.

Ben bunu 'Onüçüncü Kabile' kitabından değil, yıllar önce okuduğum Cengiz Özakıncı'nın 'Dolmakalem Savaşları' adlı kitabında okumuştum. Muhtemelen Cengiz Özakıncı'nın bu düşüncesinin oluşumunda bu kitaptan faydalandığı muhtemeldir.

Ancak bu yazıda bahsetmeye çalıştığım şey Hazarlar yada Hazarların museviliği değildi. Kitabı okurken bazı yerler özellikle dikkatimi çeken noktalardan, Oğuzların İslama ve Allah'a olan bakışıydı.

İnternetin yaygınlaşmasıyla birlikte ilk önce sözlüklerde, sonraları forumlarda ve son olarak da Facebook sayfalarında bilgili ve bilgisizce paylaşılan 'Türkler Nasıl Müslüman oldu' adlı yazılar bana din değiştirmenin bu kadar kolay olamayacağını düşündürdü. 'Onüçüncü Kabile' kitabını okurken de bu konuyla ilgili bir fikir ortaya sürme fırsatı verdi.

'Türkler Nasıl Müslüman oldu' yazıları genel itibariyle 670 yıllarında başlayıp 750'lere kadar devam eden Arap cihatçıların Türkistan'a girdiklerinde Türklere uyguladıkları zulümlerden oluşur. Özellikle Arap Emevilerinin komutanı Kuteybe Bin Muslim'in 40 bin Türk'ü nasıl ağaçlara astıklarından bahsedilir. Tabi bunu okuyan Türkler de 'Vay bize neler yapmışlar diyerek, araplara müslümanlara küfürler etmeye başlarlar'.

Bu konunun gündeme gelmesi iki yazar tarafından başlatılmıştır. Birincisi Erdoğan Aydın'ın 'Nasıl Müslüman Olduk', ikincisi Prof. Dr. İlhan Arsel'in 'Arap Milliyetçiliği ve Türkler' adlı kitaplarıdır. Daha sonraları bunları kaynak alarak yazılar yazan ikinci cumhuriyetçi, AB ve Batı fonlarıyla beslenen üniversitelerde öğretim görevliliği yapan Taner Akçam'dır.

Bu yazılardan çıkarılan temel sonuç, Türkistan'ın Emeviler tarafından işgali; Sulu Kağan'ın direnişi, ölümüyle tekrar teslim oluşu ve 750'li yıllarda Türklerin islamiyeti kılıç zoruyla kabul edişi. Özellikle Sulu Kağan tarafından Türklerin biraraya gelmesi ve Arap ordularının büyük bir kısmının yok edilişi Arapları korkutmuş ve kendi yönetim anlayışlarında değişikliğe giderek, daha yumuşak, daha ılımlı politikalar üretmiş olmaları nedeniyle Türkler müslüman olmuşlardır.

Türklerin müslüman oluşuyla ilgili genel yargı budur. Ama siz bu yazılanları değil, daha mantıklı bir yazı olan Tengricitürkiye adlı blog'da yayımlanana bakınız.

http://tengriciturkiye.blogspot.com/2016/09/kuteybe-bin-muslim-ve-turkler.html

'Onüçüncü Kabile' kitabını okurken rastladığım Oğuzlar hakkında yazılanlar;  

921 yılında Bulgar ülkesine doğru yola çıkan ibn Fadlan yolda karşılaştığı Oğuzlar (Türkler) ile karşılaşılaşır ve bir oğuzla arasında şöyle bir olay yaşanır. 

'Sık sık karşılaştıkları kar fırtınalarından birinde İbn Fadlan bir Türk'le yan yana yolculuk ederken, Türk ona yakınmış: "Başbuğ bizden ne istiyor? Öldürecek bizi bu soğukta! Ne istediğini bilsek, hemen verir kurtulurduk." demiş. İbn Fadlan buna cevap olarak, "Bütün istediği, 'Allah'tan başka Tanrı yoktur' demeniz" diye karşılık verince, Türk gülmüş: "Doğru olduğunu bilsek, söylerdik." demiş.'




Kitabın başka bir yerinde geçen Oğuzların toplumsal yapısına ayak uyduramayan İbn Fadlan. 

'Bunlar deri çadırlarda oturan göçebe insanlar. Bir süre bir yerde kalıp, sonra başka yere gidiyorlar. Yol üstünde bunlara ait çadırların her yanda kurulu olduğunu görüyoruz. Yaşayışları güç, ama kendileri de yollarını yitirmiş eşekler gibi davranıyorlar. Onları tanrıya bağlayan bir dinleri yok. Mantıklarını da kullanmıyorlar. Hiçbir şeye tapmıyorlar. Başlarındakilere "Bey" diyorlar, içlerinden biri Bey'e danışmak istediği zaman ona gidip, 'Bey, falanca işte ne yapayım?" diye soruyor. Ne yapacağına, aralarında yaptıkları toplantıda hep birlikte karar veriyorlar. Ama karar verip uygulamaya geçecekleri zaman, içlerinden en basit, en aşağılık olanları bile ortaya çıkıp, karara karşı gelebiliyor.'






'Türkler Nasıl Müslüman Oldu' yazılanlarında bahsedilen ve çıkan sonuç, bu bilgilerle koaylıkla yanlışlabilir. 

Peki bu kadar islam, müslüman ve arap düşmanlığına varan bu bilgiler sonucunda neden yanlış yorumlarla hala devam ettiriliyor? 

(Yapay) Düşman yaratmak? 

Türkiye'nin ilk ve temel sorunu olan emperyalizmi, kolonyalizmi unutturmaya çalışarak; islam, arap  düşmanlığı ile insanların zihinleri meşgul edilmektedir. Aynı uygulama kendini dindar hisseden kişiler üzerinde de uygulanmaktadır. Bir kısmına müslümanlar bizi asarak, keserek islamı kabul ettirtti dedirdirken, diğer kısma da hem laik hem müslüman olunmaz dedirtmektedirler. 

Halbuki laiklik bir gavur icadı değil, Büyük Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey'in din ve devlet işlerinin ayrılması uygulamasıdır. Mustafa Kemal Atatürk'de Tuğrul Bey'in bu uygulamasını nutuk'da belirttmiş ve daha sonra Türk anayasasının değişmez unsurlarından biri yapmıştır. İslamcıların, dincilerin (dindarların değil) çok fazla üzerinde durdukları ve yeri geldiğinde küfür olarak kullandıkları laiklik, aslında tamamen bir Türk icadıdır. 

Aynı şekilde bahsedildiği gibi Türkler asarak keserek müslüman edilmediler. Kuteybe Bin Müslim sonrası Türkler Sulu Kağan önderliğinde ırkçı emevilerle savaşmış, ordularının büyük çoğunluğu da yok olmuştur. Arapların yönetim anlayışındaki değişikler ile yine Türkler akın akın müslüman olmamışlardır. İlk müslüman Türk devletleri de hak din diye islama geçmemişlerdir. Dönemin politik sorunları dolayısıyla, iktidarlıklarını daha kolay devam ettirmek amacıyla müslüman devletlerle politik beraberlikleri için islamı kabul etmişlerdir. Ve yine de kağanların islama girmesiyle müslüman olan Türkler günümüz müslümanları gibi kafalarına bez bağlayıp, kıçlarında şalvar ile dolaşmamışlardır. 

Mutezile (akılcılık) düşüncesi

Emevilerin Türkistan'ı işgali ve yağması döneminin sonlarında, eski yunan ve hint felsefesiyle harmanlanmış olarak ortaya çıkan mutezile düşüncesi; emevilerin yok olup müslümanların Abbasi halifeliğinde birleşmesinden sonra müslüman olmayanlarda büyük bir rahatlık sağlamıştır. Bu rahatlık tek tanrı düşünce ve inancından gelen Aryanlar (farslar, iranlılar ve sogdlar) ve Türklerin halifelik içinde kolayca mevki kazanmalarına sebep olmuştur. Nitekim, Abbasilerin ikinci halifesi El-Mansur, günümüz islam anlayışının temeli olan İmam-ı Azam Ebu Hanife diye bilinen kişi, kendisine göre sapık olduğu için, zindana attırıp işgenceler uyguladıktan sonra zehirleterek öldürmüştür. 

Günümüzde kendini ehli sünnet'ten sayanların mutezile düşüncesine sahip tarihi kişiliklere müslüman değil bunlar, kafir demeleri bundandır. 

Mutezile düşüncesinden etkilenen bir çok kişi ve müslüman; islam medeniyeti, islam rönesansı, islam bilimi diye bilenen dönemin temellerini atmıştır. Abbasi halifelerinden El-Memun mutezile düşüncesini bütün müslümanlar arasında yayabilmek için halifeliğin temel kanunu yapmaya çalışmıştır. Ki kendisi doğaya, tarihe ve bilime olan düşkünlüğü ile bilinir. 

Farabi, ibn-i sina, el biruni, harizmi gibi tarihi kişilikler mutezile düşüncesinden gelmektedirler. 

Böyle bir ortamda Türklerin islamın ortaya çıkışından 2 yüzyıl sonra müslümanlığı seçmeleri gayet normaldir. Ancak yine de Türklerin bir çoğu müslümanlığı çok daha sonraları seçmiştir. Yukarıda alıntıladığım 920'li yıllarda geçen İbn Fadlan, bunun basit bir örneğidir. Yine aynı Hazarlar'ın müslümanlığı yada roma dini hristiyanlık yerine museviliği seçmesi de Türklerin asarak, keserek müslüman oldular teorilerine başka basit bir cevaptır. 

2018 yılında müslüman olmayan, hristiyan, musevi, tengrici, şaman, budist inançlarına sahip Türkler yaşamaktadır. O yüzden Türkler nasıl müslüman oldu sorusu yeterli bir soru değildir. Belki Türklere ne kadar müslüman oldu sorusu daha yerindedir ama o zamanda hangi müslüman, hangi islam soruları karşılık olarak verilir. 

Türkler sünni mi oldular, alevi şii mi oldular? Hangisi gerçek islam?  Yada mutezile düşüncesini de işin içine katıp, hangi gerçek islam diye de sorabiliriz. 

Din

Konumuz din ile ilgili olduğu için dinin aslında ne olduğuna bakalım.

Günümüzde dini inanç olarak tanımlasak bile bu tanım sadece günümüz zamanı için geçerli olabilir. Etimolojik olarak din sözcüğü ise Akad'lara kadar giden bir anlama sahiptir. İlk anlamı, yani soyut düşünmeye başlamadan öncesi, yasa, kural demektir. Akadların ardılları olan Aramilerde, Sabiilerde, İbranilerde bu sözcük yasa, kural anlamının dışına çıkıp soyut bir kavramı tanımlamak için kullanılmıştır. 

Eğer din sözcüğüne bilimsel olarak bakarsak, dinin ne anlama geldiğini değil, neyi anlatmaya çalıştığını anlarız. Bu da dinin insanı, doğayı, dünyayı ve evreni açıklama işlevidir. Temellerini sümer efsanesinden alan ortadoğu dinleri; insanın, bir ilk insan, ademden geldiğini savunur. Aynı şekilde aynı hikayeler doğadaki bütün canlıların Tanrı (yada Allah) tarafından insan için (insan merkezci) yaratıldığını anlatır. 

Halbuki günümüzde bunun böyle olmadığını, ilk insan diye bir şeyin olmadığını; insanında doğadaki bütün canlılar gibi evrimleşerek yüzbinlerce, milyonlarca yılda ortaya çıktığını biliyoruz. En azından önümüzde eleştirilmeyi bekleyen bir bilim dünyası var. Belki de evrimleşmedik, belki de sümer efsanelerine dayanan ortadoğu dinleri doğru söylüyor yada belki de bazılarının hayal kurduğu başka bir gezegenden gelen canlılar tarafından genetiğimiz değiştirilerek yaratıldık. Ancak bunların arasında mantıklı ve akla yatkın olan, şuan için bilimin öngördüğü evrim kuramıdır. 

Tarihte en çok din değiştirenin Türkler olması kafa karışıklığından değil, insanı, dünyayı ve yaşamı açıklama biçiminden dolayıdır. İçinde bulunduğumuz 2018 yılında da Türkler olarak;, insanı, doğayı, evreni aklımızı kullanarak ve mantık süzgecinden geçirerek bilimi temel almalıyız. 

Din, bir vicdan meselesidir

Dinin bir çok etimolojik ve felsefi tanımı olmasına rağmen, bütün açıklamalar yapıldığı tarihe aittir. Günümüzde de dinin en güzel tanımı Atatürk tarafından yapılmıştır. 

'Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanın emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz, kasde ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere fırsat vermeyeceğiz.'

Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın yazdığı 'Dinin Türk Toplumunda ki Yeri' adlı kitaptan alıntı yaparak bitireyim. 



Kaynaklar 

Laiklik Türk İcadıdır https://odatv.com/laiklik-fransiz-degil-turk-icadi-1311141200.html

El-Mansur https://tr.wikipedia.org/wiki/Mans%C3%BBr

Mutezile düşüncesi https://tr.wikipedia.org/wiki/Mutezile

El-Memun https://tr.wikipedia.org/wiki/Mem%C3%BBn

Dinin Türk Toplumunda ki yeri https://www.marxists.org/turkce/kivilcimli/kitaplar/dinin-turk-toplumuna-etkileri.pdf 

Kuteybe Bin Müslim ve Türkler http://tengriciturkiye.blogspot.com/2016/09/kuteybe-bin-muslim-ve-turkler.html

28 Ağustos 2018 Salı

Göktürk Örgütü (Yeni Ergenekon!)

Göktürk örgütü diye bir örgüt varmış. Bunu 15 Temmuz sonrası twitter denen sosyal medyada yazılanları okurken dikkatimi çeken fethullahçı hesaplarından birisinde görmüştüm. Daha sonra kişiyi merak edip, internet üzerinden yazılarına ulaşmıştım.

Karşıma çıka çıka, 'Ben eşcinselim, belgeleri de ilişkiye girdiğim kişilerden topladım' diyen Ergenekon sanığı yada tanığı Tuncay Güney denen haham'ı (haham mı o da belinmiyor) Kanada'dan getiren, Faruk Arslan çıktı.

Kendisini Kanada İmamı olarak tanıtan Faruk Arslan adını 2007 yılında Ergenekon davaları başladığında duymuştum. Davalar sürecinde arka planda kaldığı için adını unutmuşum.

'Göktürk Örgütü' diye bir örgütü ortaya atan Faruk Arslan'ın kendisidir. Bunu dijital bir kitap haline getirip, Academia.edu adlı sitede yayınlamıştır. Academia sitesinde yayına konduğu tarihi bulamadım ancak büyük ihtimalle 2011'in hemen sonrasıdır.

Göktürk örgütünü Ergenekon'un devamı olarak gösteren Faruk Arslan bu iddiasının tanınabilmesi için net üzerinden açtığı bazı blogları kullanıyor. Okuyucuya daha hızlı erişebilmek içinde Twitter'ı kullanmayı ihmal etmiyor. Böylelikle kendi çevresi yani cemaati tarafından sabah akşam tekrarlanarak insanların zihinlerine 'Göktürk Örgütü' diye bir örgüt varmış gibi işleniyor.

Bu yazılıp çizilenlerde ilgimi çeken en önemli şey ise Fethullahçıların Çerkez düşmanlığı.


(Göktürk örgütü diye Faruk Arslan'ı temel alıp, blogunda yazan bir Fethullahçı)

Fethullahçılar net üzerinde yazarken, devlet içinde görev almış çerkez kökenlilerin ne dinsizliği ne de islam düşmanlığı kalarak, hakaretler ediyorlar. Faruk Arslan'ın yazdığı kitapta da bir çok yerde değindiği devlet kademelerinde oğuzlar yok, yani Türkler yok, hep kafkas, kökenliler yerleştirilmiş, Türkiye'yi Türkler yönetmiyor, sizi eziyorlar, sömürüyorlar gibi söylemleri beni okurken bir hayli güldürdü.

Oğuzlar'ı Çerkezlerle karşı karşıya mı getirmeye çalışıyorlar acaba diye düşünmedim değil. Ancak az biraz tarih okuyan insanların Çerkezlerle Türklerin etnik kimlikle karşı karşıya gelebileceklerini sanmıyorum. Çünkü Çerkezler ve Türkler, İskitlerden beri birlikte yaşamaktadır.

Çok tartışılan Çerkez sözü ve anlamı aslında çok basittir. Çerkez diye okuyup söylenen söz, kutrigur adından gelmektedir. Ki hatta İngilizce ve batı dillerinde telaffuz edilen 'Çirkis' sözü Kırgız sözü ile aynı anlama gelir. Kırk uz'lar. Burada ki 'uz' sözü eski Pers'lerin Oğuz telafffuzudur. Kırk uz ise kırk, sayıyla 40 oğuz, yani boylar'dır. Burada Çerkezler Türk'tür yada Türk kökenlidir demeye çalışmıyorum. Çünkü Türk yada Hun dediğimiz bir boy (soy=ırk) değil, 10'larca hatta 100'lerce boyun biraraya gelmesinden oluşan kültür birliğidir. En basiti Ak-Hunlar'da birden çok boy vardır. Avarlar'da öyledir; balkanlara göçerken yanlarında bir çok Hintli, Afgan bulunmaktadır.

Çerkezler'de eski Türklerin, ön-Türklerin, kurdukları kültür temelli imparatorluklarda da yer almıştır. Bunları yok sayıp, Türklerle Çerkezleri karşı karşıya getirmek bir hayli komik olur.

Tekrar Göktürk örgütüne dönelim.

Göktürk örgütünün temel alındığını iddia ettiği Ergenekon yapılanması ilk 2007 yılında ortaya çıktı. 2007 Genel seçimleri öncesi AKP karşıtları tarafından yapılan Cumhuriyet mitingleri, Genel Kurmay Başkanı tarafından söylenen 'Cumhuriyetin temel değerlerine, devletin üniter yapısına, laik demokratik devlete sözde değil özde bağlı bir cumhurbaşkanının seçileceğini umut ediyorum' sözü, Ergenekon davalarının başlatıcısı oldu. Sonraları 2001 yılına dayandırılmaya çalışılsa da, 2007'deki muhalefeti sindirmeye, yok etmeye yönelikti. Çok geçmeden muhalefetin birinci adı CHP'de büyük bir değişim olacak, yerini Y-CHP alacaktı.

Ergenekon davalarının temel dayandırıldığı Haham Tuncay Güney, bir TV programında kendisine sorulan 'bu kadar belgeye nasıl ulaştınız' sorusuna, 'Ben eşcinselim, belgeleri de ilişkiye girdiğim kişilerden topladım' cevabını verir. Daha sonraları da iddia ettiklerinin hepsinin yalan olduğunu, kendisinin de eşcinsel olmadığını belirtir.



Ergenekon örgütü diye bir çok insanın ölümüne sebep olan Fethullahçılar, eline geçirdikleri ilk fırsatta yine insanları hapishanelere dolduracaklar. Ergenekon davalarında hedef seçtikleri; solcu, milliyetçi, sosyal demokratlar yerine bu kez kürt kökenlileri, islamcıları da katacaklar. Çünkü her iki kesimde hem Fethullahçılık gibi cemaat tarikat yapılanmalarını karşılarına alırken aynı zamanda ağababaları, yani patronları ve beslendikleri yer olan ABD'yi de karşılarına almışlardır.

Kitabın adı; Yeni Ergenekon (Göktürk). Yazarı da Faruk Arslan, Fethullahçı cemaatin Kanada İmamı.

Akılda kalması için biraz yakından tanımak için yazdığı bazı şeyler.

'Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası' ve 'Köstebek' gibi önemli araştırma kitaplarına imza atan Necip Haplemitoğlu cinayeti ile ilgili söyledikleri.





(Kanada'da nasıl hayat sürüyor)

Kaynaklar

https://tr.wikipedia.org/wiki/Cumhuriyet_Mitingleri

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ergenekon_(%C3%B6rg%C3%BCt)

https://www.sozcu.com.tr/2015/gundem/ozu-kesfeden-3-isim-gul-erdogan-sahin-908129/

https://www.academia.edu/11590328/Yeni_Ergenekon_G%C3%B6kt%C3%BCrk

https://odatv.com/gulen-o-cinayeti-ruyasinda-gormus-1402161200.html

http://www.sozcu18.com/tuncay-guney-genelevde-bakire-aramaktan-farksiz-9147h.htm

https://millicumhuriyet.com/2013/12/15/yeni-ergenekon-gokturk/

Aras Dağlı'nın sitesi http://derinistihbarat.blogspot.com/2013/11/gokturkyeni-ergenekon.html

24 Ağustos 2018 Cuma

Şehir Devleti Propagandası

Ümit Zileli 18 Ağustos'da 'Yaşasın Avrupa ile Barışıyoruz' bir yazı yazmış.

Yazıda alıntı yaptığı Avrupa Parlamentosunun Yunan milletvekili Georgios Karatzekis şöyle diyor. 




Türkiye, Avrupa Birliğine parça parça alınamaz mı?

Devam olarak da,

Türkiye'nin Avrupa'daki toprakları Anadolu'ya oranla daha gelişmiştir. Kriterler yerine getirilirse pilot proje olarak önce İstanbul ve Avrupa kıtasında bulunan bölümü üye yapma fikrine nasıl bakarsınız?

Aslında Yunan milletvekili söylediği şeyler yanlış değil. Söylediği şeyler zaten 'AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı' ile ilgili bir konudur. AB, dağılan Yugoslavya'dan etnisite temelli kurulan devletleri şehir merkezli varsayıp, 'Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'na uygun olarak içerisine almıştır. Lozan'ın, 'Sevr, Lozan'ın yerini almalıdır' diye tartışıldığı bir dönemde bir Yunan milletvekilinin bu sözleri çok da abest olmamalıdır. Zaten bu durum, AB'nin 'Yerel Yönetimler Özerklik Şartı', 1991 yılında 'özerk yerel yönetimler ilkesi ulusal mevzuatla ve uygun olduğu durumlarda anayasa ile tanınacaktır' diyerek 1991'de TBMM'de kabul edilip, 1993'de yürürlüğe sokulmuştur.

Ancak bu maddede görüldüğü gibi çekinceler vardır. Ki bu çekinceleri sadece Türkiye değil, Avrupa'nın bir çok ülkesi paylaşmıştır ve paylaşmaya da devam ediyor.

Düşmanı dışarıda aramaya gerek yok. Şehir devleti propagandasının yada söylemlerinin temeli olan Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, 2002'den beri ülke yönetiminde olan AKP'nin tüzüğünde vardır. Ancak AKP geçen yıl yapılan tüzük değişikliğinde 'Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet' ibaresi ekleyerek daha önceden tüzüğünde bahsettiği Yerel Yönetimler ile ilgili olan maddelerle zıtlaşmıştır.

Ülkenin bir diğer büyük partisi CHP ise son başkanlık seçiminden önce 'Namus borcumuzdur' diyerek Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'ndan koyulan çekincelerin kaldırılacağını söyleyerek seçim programına ortaya koymuştur.






Çok değil, 2 yıl önce bir CHP milletvekili çıkıp, şöyle demişti. 'İzmir Türkiye'den ayrılsın AB'ye girsin'.


Türk siyasetinin bir kaos haline geldiği 2015'e döndüğümüzde ise karşımıza CHP'nin 'Adalet, Özgürlük ve Kalkınma Vizyonu' çıkıyor.




Avrupa Birliği düşman olarak görülebilinir, ki ben öye görüyorum, ancak dışarıdaki düşman yerine içimizdeki düşmanlara odaklanılsa daha iyi olur.

Ekonomik krizde teslimiyet!



Sözcü 'Ekonomiyi şehir devletleri kurtarır' haberi 'Yerel Yönetimler Özerklik Şartı' ile aynı anlama gelmektedir. 


Kaynaklar

https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/umit-zileli/yasasin-ab-ile-barisiyoruz-2581231/

https://www.sabah.com.tr/gundem/2016/11/17/izmir-turkiyeden-ayrilsin-abye-girsin

http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/21364.pdf

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/983354/Kilicdaroglu__CHP_nin_secim_bildirgesini_acikladi__Namus_borcumuzdur.html

https://www.ulusal.com.tr/gundem/chp-secim-bildirgesini-acikladi-yerel-yonetimler-ozerklik-sartini-uygulamaya-koyacagiz-h202585.html

https://www.sozcu.com.tr/2017/ekonomi/ekonomiyi-sehir-devletleri-kurtarir-1847301/




'Şehir Devleti Propagandası' ve 'Yerel Yönetimler Özerklik Şartı' ile ilgili daha iyi bilgi edinmek isterseniz, bu kitabı edinin. 

22 Ağustos 2018 Çarşamba

Adalet ve Kalkınma

Adalet ve Kalkınma Partisi mi, Projesi mi ?


Adalet ve Kalkınma dendiği zaman akla 2002'den beri iktidar olan AKP yada yandaşları tarafından söylenen Ak parti geliyor. Bunun böyle olması da gayet doğaldır, çünkü sabah akşam TV'lerde, radyolarda, internet üzerinde ki sosyal paylaşım sitelerinde propagandalarla ayaktalar.

Ancak bu 'Adalet ve Kalkınma' adı, 2001'de eski Refah Partililerin bulduğu bir ad değildir. Ad'ın geçmişi 1960'lara kadar dayanır. Adalet ve Kalkınma Partisi ilk kez 1967'de Fas'ta İslamcılar tarafından kurulur.

Belki de ad benzerliğidiri tesadüftür deyip, Fas Türkiye ilişkilerini geçelim.

Çünkü 2000 sonrası Türkiye'de bir politik hareket adlandırılan 'Adalet ve Kalkınma', aslında İngiltere'de bir proje olarak ortaya çıkmıştır. Günümüzde de hala devam etmektedir.

'Adalet ve Kalkınma' sözünün politikada yere edindiği en önemlis mecra, yol olan BOP, yani Büyük Ortadoğu Projesi denilen; Fas'dan Yemen'e, Yemen'den Suriye, Irak, İran ve Afganistan'a uzanan; bütün Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasını politik olarak değiştirme projesidir.

Bu durumla ilgili olarak 2002'de iktidara gelen AKP, çok geçmeden, 2 yıl sonra BOP'un savunuculuğunu yapacaktır. 16 Şubat 2004'de Teke Tek programında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan şöyle diyecektir.

'Şu anda Amerika’nın da ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ var ya; ‘Genişletilmiş Ortadoğu’ yani, işte bu proje içerisinde Diyarbakır bir yıldız olabilir. Bunu başarmamız lazım.'

Yine bir yıl sonra, 8 Haziran 2005'de, ABD’de düzenlediği basın toplantısında Recep Tayyip Erdoğan farklı sözcükler kullanarak aynı şeyleri söyleyecektir.

'Sea Island sürecinde Türkiye, İtalya ve Yemen Geniş Büyük Ortadoğu Projesi’nde bir görev üstlendik ve eşbakanlık bu üç ülkeye verildi.'

Not : Adlarını saydığı 3 ülke; Türkiye'de şuan ekonomi zor durumdadır. Dolar 6, Euro ise 7 liranın üzerindedir. İtalya'da ise 2009'da başlayan ekonomik kriz hala devam etmektedir. 5 yıldır İtalya'da yaşıdığımdan biliyorum, buradaki kriz Türkiye'ye benzemese de, iş bulmak, özellikle sigortalı iş bulmak, piyango'dan ikramiye kazanmaya benziyor. Son olarak Yemen ise Suudi Arabistan ile savaş halinde olup, ülkede sadece ekonomik sıkıntı değil, açlık ve salgın hastalık gibi sıkıntıları da vardır.

Politik anlamda içiçe geçmiş olan 'Adalet ve Kalkınma' ve BOP'un bir diğer özelliği de Ilımlı İslam söylemleri ve üzerindeki tartışmalardır.

1991 yılı yani Sovyetlerin dağılışına kadar Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da islami politik yapılanmalara 'Yeşil Kuşak' deniyordu. Sovyetlerin çökmesi, Yugoslavya öncülüğünde Bağlantısızlar Hareketinin gücü ve etkisinin yok denecek azalması sonucu ABD, tek kutuplu dünya düzenine geçiş politikalarını işte bu BOP, 'Adalet ve Kalkınma' ve Ilımlı İslam projeleriyle ortaya koydu.

Bu projeler kapsamında Ortadoğu ülkelerine Rol-Model yapılan AKP tarafından, Türkiye'de BOP, ABD, Batı karşıtı kim varsa, yapay olarak yaratılan Ergenekon örgütüne mensup denilerek hapse sokuldu. Siyasi parti başkanları ve üyeleri, üniversite rektörleri, dekanları, öğretim üyeleri, sivil toplum kuruluşu liderleri ve yönetici kadroları, Yargıtay mensupları, yazarlar, çizerler, emekli askerler ve hatta görevinde olan askerler dahil, 100'lerce hatta 1000'lerce insan sırf BOP, ABD ve Batı kapitalist-emperyalist yapı karşıtlığı yüzünden hapislere sokuldu. Bazıları ise; bütün bu yapılanlar karşısında ya intihar etti yada hastaneye götürülmediği için öldü.

İçiçe geçmiş olan BOP-Adalet ve Kalkınma projelerinin 2000 sonrası Türkiye yansıması böyle olurken, BOP projesi kapsamındaki ülkelerde  arap baharları yaşanmaya başladı. Mısır'da Hüsnü Mübarek BOP eşbaşkanlığını kabul etmediği için devrilip yerine gelen Mursi'nin partisinin adı 'Adalet ve Kalkınma' idi. Mursi'de bir kaç yıl sonra Erdoğan ile birlikte BOP'a karşı geldiği için askeri darbe ile yerinden edilip, bir süre sonra ömür boyu hapse mahkum edildi.

Yine aynı şekilde İtalya ve Türkiye ile BOP eşbaşkanlığı yapan Yemen'deki iktidarın adı 'Adalet ve Kalkınma' idi. Şuan ki durumu hakkında yukarıda az çok bilgi verdim.

Aynı yıllarda BOP kapsamına giren neredeyse bütün Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde birer tane 'Adalet ve Kalkınma' partisi kuruldu ve parti bayrağı sembolleri de ampul'dü. BOP'un, 'Adalet ve Kalkınma' ve Ilımlı İslam ile birlikte ortadoğu'yu ne hale getirdiğinin en güzel örneği Suriye'de iç savaşa sebep olan muhaliflerdir. Ki partilerinin adı da yine 'Adalet ve Kalkınma'dır.

Ancak 2013-2014 yıllarına geldiğimizde Büyük Ortadoğu Projeleri için Ergenekon ve Balyoz davalarında parmağı olan AKP'de bir değişim yaşanmaya başladı. Daha önce seçimlerde listelerinden milletvekili seçtirdiği bazı cemaat ve tarikatlar ile karşı karşıya geldi. En önemlisi ve en çok bağıranı, 15 Temmuz'da ortaya çıktı. Fethullahçılar!

2007'de AKP iktidarı ile işbirliği yapıp, milletvekili seçilen bazı cemaat ve tarikatlar şunlardı:

Fethullahçılar, Nakşibendiler (ve iskenderpaşa cemaati), Menzilciler, Kadiri Cemaati ve Süleymancılar.

Bu cemaat ve tarikatların bazıları şuan halen AKP ile işbirliği halindeler. Örneğin Fethullarçıların söylediği, bizi dinlemediniz bakın Menzilcilere kaldınız sözü AKP'nin halen cemaat ve tarikatlarla olan işbirliğine bir kanıttır. Ancak burada Nakşibendilerin bir kolu olan Menzilciler'in 2003 ırak tezkeresinde 'Hayır' oyu verdirdiğini de unutmayalım.

Günümüzde ise, son 3-4 yıldır, BOP savunuculuğu yapan AKP'nin bu emperyal projelerle karşı karşıya gelmiştir(2013-14 öncesi söylediği bir çok şeyle çelişmeye başlamıştır). Gerçeği partinin adı hala 'Adalet ve Kalkınma'dır ama 2000'lerde ki anlam ve öneminden bir hayli uzaktır. Bu uzaklaşma, zıtlaşma sonucu daha önce işbirliği yaptığı ABD ve Batı tarafından diktatörlükle suçlanmasına yol açmıştır.

Peki, ülkenin birlik ve bütünlüğüne tehlike arz eden bu projeler, AKP'nin bunları karşısına almış olmasıyla geçmiş midir ?

Şimdi AKP ile ilgili olmayan bir 'Adalet ve Kalkınma' vizyonunu (görünümü yadad görüntüsü) göstereceğim.

2015 Genel Seçimleri öncesi CHP'nin seçim vaatleri;


'Adalet, Özgürlük ve Kalkınma Vizyonu’

2018 Ağustos ayında AKP'nin BOP temelinde ABD, Batı karşıtlığı ülkenin politikalarını belirlese de; çok değil, bir kaç yıl öncesine kadar bir çok insanın ölümüne, işlerini, mevkilerini, toplum içindeki yerlerini kaybetmesine neden olan bu projelerin tehlikesi henüz geçmemiştir.


Son seçimde, Başkanlık seçimi, CHP'nin aday olarak gösterdiği Muharrem İnce ile birlikte, Kemal Kılıçdaroğlu ve yönetici kadroları ne yapacaklarının listesinde 'Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik şartını uygulamaya koyacağız.' dedi.

Bu 'Yerel Yönetimler Özerklik', yukarıdaki 'Adalet, Özgürlük ve Kalkınma Vizyonu’ndaki özgürlük'tür, yani bölünmedir, Türkiye'nin üniter yapıdan federal yapıya geçişidir. 

Tam da BOP'a uygun. 

Kaynaklar

https://ahmed-yilmaz.blogspot.com/2017/05/turkiye-ve-fasta-adalet-ve-kalknma.html

https://www.birgun.net/haber-detay/esbaskanlik-tan-kan-davasina-142283.html

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/208425/2015_Genel_Secimleri_oncesinde_CHP_nin_secim_vaatleri.html

http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/chpnin-secim-vaatleri

https://www.memri.org/reports/upcoming-elections-turkey-2-akps-political-power-base

https://ahmed-yilmaz.blogspot.com/2017/05/gaz-lambasyla-adalet-ve-kalknma.html

https://ahmed-yilmaz.blogspot.com/2017/05/turkiye-ve-fasta-adalet-ve-kalknma.html

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/983354/Kilicdaroglu__CHP_nin_secim_bildirgesini_acikladi__Namus_borcumuzdur.html

20 Ağustos 2018 Pazartesi

Sanal Kahraman

Sanal Kahraman Natali Avazyan

Cumhuriyet Gazetesi'nin internet sitesinde 27 Nisan 2015'de Natali Avazyan için Sanal Kahraman sözünü kullanılmış.


Bu kahraman olma durumları sadece günümüz sorunu değil; yaklaşık 40 yıldır, 80'lerden itibaren ünlü olmak kolaylaştı. 100 numaralı adam filminde de, 70'li yıllar olmasına rağmen, bu konu işleniyordu.

**************
- Öyle kahraman değil, halk kahramanı oluyom ben.
- Haaa baba, halk kahramanı diyor, sakın komünist falan olmasın.
- Tövbe de ulan, ağzını parçalarım.
**************


Kısa yoldan para kazanmanın en kolay yolu ünlü olmaktı. Neo-liberalizm dalgası denen ekonomik yapı 1980'lerde Turgut Özal ile birlikte uygulanmaya başladı. 90'larda ise özel TV'lerin yaygınlaşmaya başlamasıyla daha da kolay bir hal aldı. 90'ları anımsayınız, TV'lerde futbolculardan, popçulardan geçilmiyordu.

2018'de de bu işi internet hallediyor. Artık ünlü olmak işi internet kullanımına kaldı. Hatta interneti saatlerce kullanmaya bile gerek yok, takipçi satın alarak kendinizi ünlü, tanınır yapabiliyorsunuz.

Elbette ki bunun getirisi herkes tarafından bilinir yada ünlü olmak değil, temel amaç kısa yoldan, zorlanmadan, emek vermeden para kazanmak. Çok basit olarak youtube sitesine bakabilirsiniz. Yüklenen videoların açıklama kısmının büyük çoğunluğunda beğenmeyi unutmayınız yazıyor. Aslında beğenme de değil, like'lamayı unutmayınız yazıyor.

Natali Avazyan da bu tür internet fenomenlerinden biri.

3 yıl önce Cumhuriyet Gazetesi'nin internet sitesi O'nu 'Sanal Kahraman' ilan etmiş. Cumhuriyet'in ilk kurulduğu yıllarda ve öncesinde çekilen fotoğrafları twitter hesabı açarak, paylaşmaya başlayan Natali Avazyan, insanlara bir nostalji yaşattığı için fenomen olmuş. İnternet üzerinde de kendisiyle ilgili bilgi bulunmadığı için takipçilerin gözünde daha da gizemli bir kişilik haline bürünmüş. Cumhuriyet Gazetesi'nin net sitesindeki haberde de kimliğinin tanınmamasından yana olduğunu belirtmiş.

Buraya kadar güzel,bir internet sitesinde kendi açtığı hesabıyla paylaşım yapması o da güzel. Ama bir yandan bu paylaşım yaparken bir yandan da kendi ideolijisini insanların bilinçaltına yerleştirmeye çalışması nedir? 



2012 yılında paylaştığı Asala terör örgütü üyesi 

Ekmekçiyan, 1982 yılında 9 kişinin ölümüne, 72 kişinin de yaralanmasına neden olmuş bir terörist, daha sonra idam edildi. 

Cumhuriyet Gazetesi internet sitesi acaba 'Sanal Kahraman' derken bunu görmedi mi ? 
Cevabını siz verin. 

Sadece bu paylaşım da yok. 
2015 yılında yine Asala terör örgütü savunuculuğu


Ertesi yılda devam ediyor. 

Ve kendisinin Atatürkçü olduğunu ve Atatürk'ü de çok sevdiğini belirten yazılar paylaşıyor. 

Son olarak da Türklere hakaret edenleri onaylarmışçasına paylaşıyor. 


Tabi onca fotoğraf paylaşımları arasında bunlar pek göze çarpmıyor.

Kendisi kimliğini, ne iş yaptığını yada hangi ünvana sahip olduğundan bahsetmiyor ama Fetö örgütünün İngiltere'deki militanlarından İsmail Sezgin'in hazırladığı ve sunuculuğunu yaptığı '1915, Ermeniler ve Bugün' adlı programda da Türklerin hala (!) soykırım suçu işlediğini söyleyebiliyor. Yani 2018 ağustos ayında soykırım hala devam ediyor.!

Bu sözleri hangi ad'la söyleyebiliyor, açıkçası anlamadım. Yani kendisi tarihçi midir, araştırmacı mıdır, yazar mıdır, bilinmiyor.

Bilinen tek şey kendisinin Sanal Kahraman ilan edilmesi.


Kaynaklar :

1915, Ermeniler ve Bugün programı https://www.youtube.com/watch?v=vJou7WJNX6A

Paylaştığı bir fotoğrafın yanlışlığı üzerine https://elbursevi.wordpress.com/2016/08/27/ataturk-koyun-ve-natali-avazyan-bir-yalanin-anatomisi/

Cumhuriyet - Sanal Kahraman haberi http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/sokak/263793/Sanal_kahraman_Natali_Avazyan.html


Bu tarz kişiliklerle ilgili en iyi açıklayan Cengiz Özakıncı'nın söyledikleridir.

En sinsi propaganda yöntemi: "Sugar Coating". Zehiri şekerin içine yerleştirip, şeker diye yutturmak. Bu yöntemle kendinizi Atatürkçü gibi gösteren yüzlerce tweet atarken, arada bir de onlarca diplomatımızı şehit eden ASALA Ermeni Terör Örgütü'nün reklamını yapabiliyorsunuz.

12 Ağustos 2018 Pazar

Aziz Nesin'in 'Türklerin %60'ı Aptaldır' Sözü


Bir ay önce sivas katliamının yıldönümü vardı. Bu tarz önemli günlerde insanlar twitter, fb, ekşi sözlük gibi yerlerde bu önemli günler hakkında genelde atıp tutarlardı. Bu yılda aynısı oldu.

Sivas katliamı yıldönümü, başkanlık seçimi sonrasına geldiği için, Sivas katliamından zor kurtulan Aziz Nesin'in 'Türklerin %60'ı aptaldır' sözünü seçim sonuçlarıyla ilişkilendirip, örnek aldıkları Aziz Nesin gibi Türklere hakaret ettiler. Kendilerini %40'ın içinde varsayıp, Sivas katliamı yıldönümü üzerinden 2 hafta geçtikten sonra dahi insanlara hakaret etmeye devam ettiler.

Sosyal medya'da böyle söylemler olunca, Sivas katliamı yıldönümünün ertesi günü Soner Polat bu söz ve sözü söyleyenler ile ilgili bir yazı yazdı.

'Türkler mi Nesin mi daha zeki'

Aziz Nesin'in 'Türklerin %60'ı aptaldır' sözünü söylemesinin nedeni, Almanya'da ki bir vakıftan alacağı ödülle ilgili olduğunu belirtip, Türklere hakaret etmesine rağmen yine de o ödülü alamadığını yazdı. Kaynak olarak belirttiği Cengiz Özakıncı'nın 'Derin Yahudi' kitabında, yazar Aziz Nesin hakkında Alman ajanı imasında bulunuyordu.

Daha sonra Soner Polat'ın yazdığı Aydınlık gazetesinden Mecit Ünal, 'Aziz Nesin'i yedirmeyiz' diye bir yazı yazarak karşılık verdi. Bir diğer karşılık veren de 'Aziz Nesin aslında ne söyledi' diyerek bir yazı hazırlayan Odatv sitesinden Sinan Avcıoğlu oldu.

Aynı günlerde eski Aydınlıkçı Mehmet Ali Güller de Soner Polat ve Cengiz Özakıncı'ya karşılık bir yazı yazdı.

Bir kaç gün sonra da Aydınlık gazetesi başyazarı Doğu Perinçek Soner Polat'ı destekleyici bir yazı yazarak tartışmayı bitirdi. Bu tartışmalar gazete ve internet haber sitelerinde olduğu gibi, twitter adlı sosyal medya sitesinde de oldu.

Aziz Nesin'i savunmaya kalkanlar Cengiz Özakıncının Aziz Nesin'e Alman ajanı, Almanların adamı söylediğini anlatıyorlardı. Ama bunu yaparken Cengiz Özakıncı'yı küçümseyerek yapıyorlardı, hem de kitaplarını doğru dürüst okumamış olarak.

Cengiz Özakıncı'da bu sözlere karşılık bir yazı hazırladı. Yazıyı da academi.org'a pdf olarak yükledi. (Yazının linki kaynak kısmında)

Aziz Nesin'in bu sözü niye söylediğini yıllar önce 'Nomos ve Aydın' kitabını okurken görmüştüm. Bazılarının iddia ettiği gibi kitapta Cengiz Özakıncı Alman ajanı iddiasında değildi. O'nun yaptığı sadece ima idi, ki Cengiz Özakıncı'da, ben ajan iddiasında bulunmadım, söylediysem yada yazdıysam çıkarın gösterin dediler. Karşılık gelmedi.

Şuan ise tartışma son bulmuş gibi gözüküyor. Taylan Kara'nın Yeni Gelen dergisindeki yazısını saymazsak.

Peki! Aziz Nesin niçin 'Türkler'in %60'ı aptaldır' diye bir söz söyledi.

Cengiz Özakıncı bunu 'Nomos ve Aydın' kitabında bir Alman üniversitesinin vereceği bir ödülle ilişkilendiriyor. Bu ödül görevini Aziz Nesin'e Petra Kappert adında bir Türkolog profesör teklif ediyor. Aziz Nesin'de bu ödülü alıp, Fahri (onursal) Doktora olabilmek için böyle bir söz söylüyor. Tek bu sözü de yoktur.

Aziz Nesin'in 1991 yılındaki söyleşisinden bazı sözleri.

'Alman kültürü yücedir. Türkiye’de yüce diye bir şey yoktur. Almanlar biz Türkleri aşağılamakta haklılar, bizim Türk kültürümüz falan yok!'

'Kırsal bölgeden gelen, Istanbul'u, Ankara ve Izmir’i bile yaşamamış insan için, kendi kendine açılan kapıyı görmek büyük bir şoktur. Sonra kendi kendine yürüyen merdiven. Bunlar büyük etkilerdir. Eli uzatınca kendiliğinden akan sular gördüler. Sıcak su gördüler, havalandırma gördüler. Kendi yaşamlarında 20 yaşına, 30 yaşına, 40 yaşına gelinceye kadar hiç görmedikleri, kullanmadıkları şeyleri gördüler. Bu, etkiler, ezer.'

'Çok eleştirilecek bir söz söylüyorum. Ama ben buna inanıyorum. O zaman ne yapmak gerekir diye düşünmemiz gerekiyor. Üstün kültürü kabul edelim mi ya da kendi aşağı düzeydeki kültürümüzü savunalim mı?'

'Bizim kültürümüz filan yok. Bir kültürümüz var. O da İslamlık kültürü. Çünkü Onun için can vermişiz. O İslamlık kültürü de çağcıl olmamızı engelliyor, bizi çağcıllıktan alıkoyuyor. Kadın hakkı bakımından, insan hakkı bakımından, teknoloji bakımından bizi engelliyor. Buna karşı da gelinmiyor, denemişler olmuyor.'

Buraya önemli olarak gördüğüm sözleri, 1991 yılında yaptığı bir söyleşidendi. 1980 yılında Aziz Nesin'in Türk Kültürü hakkında fikirleri neydi? Bir de ona bakalım.


'Seks salonlarındaki kadınları akşamları kocaları getirir, sabahları da gelip alırlarmış.'


'Hamburg'un ünlü seks merkezi St. Pauli'nin bir diğer adı da 'Özgürlük' caddesi.'


'İstanbul'da bir seks filmi görmek istemiştim. Ama gören olur diye korkudan gidememiştim. Berlin'de beni kim tanır.'

'Normal bir insan bu filmi seyretse cinsellikten iğrenir.'




'Şimdi Almanya'da duvarlarda, tramvaylarda, camlarda, her yerde 'Türken Raus' yazısına rastlanıyor.'



'Konferans verdiğimiz üniversitenin dekanı, 10 kişilik bir masa ayırtmıştı ama sadece 3 kişinin parasını ödedi. Ne zaman bir Alman bana bir yemek ısmarlasa, lokmalar ağzıma dizilir.'


'Almanların bira içmeleri boşuna değil, içecek doğru dürüst bir suları yok da ondan. Alman iş bitmişse bir bardak su vermez.'


'Almanlar savaş sonrasında bir aşağılık duygusu altında ezilirken, Türk işçileri, Almanya'ya geldiler ve Almanlara sadece emeklerini değil, moral de verdiler, ama Almanlar, ezikliklerinin, aşağılık duygularının bütün acısını, ekmek parası için Almanya'ya gelmiş Türk işçilerinden çıkarmaya çalıştılar ve çıkardılar.'


'Türkler kedi yiyor. Son bir yıl içinde 180 kedi kayboldu. Yaşlı Alman kadının iftirası Türk gencinin intiharına neden oluyor.'

Aziz Nesin'in Türk kültürüne övgüsü.


'Tarihte konserveyi bulan, ilk yapan Türklerdir. Türkler konserveryi göçebelik döneminde bulmuşlar. Hayvan kesiyor yemek için ya da avlanıyor. Bir danayı, bir koyunu, bir atı kesince, etini bir oturuşta yiyemez ya... (pastırmayı buluyor)....Pastırma nedir? İlk et konservesi. '

'Turşu ilk sebze konservesidir.'

'Yoğurt da öyle. Göçebe Türk'ü ilk süt konservesi; peynir de öyle...'

Aziz Nesin'in bir 1991 ve sonraki yıllarda söylediği sözler var, bir de 1980'li yıllarda Almanya gezisinde gözleyerek yazdığı sözler var.

Hangisindeki söydeliklerini Türk kültürü olarak alacağız. 1991'de söylediği Türk kültürü yoktur, Türk kültürü aşağı kültürdür; Alman kültürü yüce kültürdür' sözlerini mi; yoksa 1980'li yıllarda söylediklerini mi.

Aziz Nesin'i savunmaya kalkanlara göre, 1991 sonrasını ele alacağız.

Tartışmayı ortaya atan Soner Polat'a göre ise 1980'li yıllarda söylediklerini. Zaten Soner Polat yazısında ne diyordu 'Aziz Nesin'in hazin ve ibretlik hikayesini anlatmak bize kaldı'.

Sonuç; Aziz Nesin Alman ajanımıydı?

Cengiz Özakıncı, Aziz Nesin ile tartışmalarını 'Nomos ve Aydın' adlı kitabında toplamıştı, ve sadece ima etmişti. 'Derin Yahudi' adlı kitabında da alman ajanı olarak karakterler arasında ki bir diyalogda geçer. Yani, 'Derin Yahudi' bir araştırma kitabı falan değil, roman'dır.

Aziz Nesin; 'Türklerin % 60'ı aptaldır' sözünü de unutmayarak, kişisel görüşüm ise, 89'da Berlin duvarını, 91'de sovyetlerin çöküşü ruhsal çöküntüye uğrayanlardan birisidir.Çünkü o dönem sadece Aziz Nesin değil, kendine sol aydın bir çok kişide aynı şeyi yaşammıştır.

68 hareketinin bilinçaltını oluşturan Doğan Avcıoğlu'nun, veliahtı diye bahsedilen Hasan Cemal'i bugün kimse aydın diye sorgulamıyor. Aziz Nesin'in de aynı durumda olması gerekiyordu, ama niçin bu kadar üzerine düşülüyor anlamış değilim.

Bir diğer örnekde Çetin Altan. Altan'da aynı duruma düşmüştür. Yön dergisinde yazan, 1965'de TİP'den milletvekili olan ve sol'un önemli insanları arasında adı geçen Altan'ı, 90'lardan sonra kimse umursamamıştır.

Bugün, hem Çetin Altan'ın hem de Aziz Nesin'in de çocukları da aynı durumdadır. 'Vatanı bir kiraz ağacına ve kadın memesine satarım' diyenle 'Atatürk'e hakaret suç olmamalı' diyenler bu iki adın çocuklarıdır.

Aziz Nesin'i deyince sadece 'Türklerin %60'ı aptaldır' sözü anımsamak yetinmez. Devamına da bir şeyler anımsamamız gerekir.



'Gerçek müslüman Atatürk'ü sevmez'.

Halbuki şuan Türkiye'de Kur'an Kerim tefsirleri arasında en dikkate alınanı Atatürk döneminde yaşamış, ve Atatürk tarafından kurulmuş Diyanet İşleri başkanlığı tarafından Elmalılı Hamdi Yazır'a çevirtilen kitaptır.

Aziz Nesin'e göre, kendi dinini kendi diliyle öğrenen müslüman (müslüman Türk diyemiyor) Atatürk'ü sevmez.

Atatürk'ün imzasının bir ermeni tarafından atılmış olduğu Aziz Nesin tarafından iddia edilmesi.

'Atatürk imzasını başkasına attırır, ondan kopya eder. Bir Ermeni'nin imzasıdır; beş on tane imza örnekleri getirttirir, onlardan bir tanesini beğenir. Ermeni'nin imzasını beğenmesi önemli değil; Ermeni olur, Türk olur... Ama, kötü yaz senin yazın olsun.'



Not: Gazete küpürleri Cengiz Özakıncı'nın hazırladığı pdf'den alıntıdır. Kaynaklarda gösteriliyor.

Kaynak

https://odatv.com/aziz-nesin-aslinda-ne-soyledi-06071815.html

https://www.academia.edu/37028591/Aziz_Nesin_Petra_Kappert_ve_Buruk_Bir_Onursal_Doktora_Belgeseli.pdf

https://www.aydinlik.com.tr/turkler-mi-nesin-mi-daha-zeki-soner-polat-kose-yazilari-temmuz-2018

http://www.yenisoz.com.tr/ataturk-imzasi-bir-ermeni-ye-mi-ait-2-makale-9183