Bu Blogda Ara

24 Ocak 2019 Perşembe

Pazarlanıyor!

Son bir haftadır sosyal medya denen yerlerde Yılmaz Özdil'in 'Mustafa Kemal' adlı son kitabının özel baskısı ve fiyatı konuşuluyordu. İster istemez her facebook ve twitter'ı açtığımda karşıma çıktı.  Genel olarak paylaşılan yazılar olduğu için şöyle yazılanlara göz gezdirdim. Takip ettiklerim gençler olduğu için bir çoğu kitabın fiyatına değil, Mustafa Kemal Atatürk üzerinden bu kadar para toplanılmasına tepki veriyorlardı. Dolayısıyla ben de tepkilere ortak oldum.

Önüme sadece tepki verenler çıkmadı. Tepki verenlere tepki verenler de çıktı. Aşağıda bir facebook sayfasında olduğu gibi.


Elbette ki bu ücret tutarında kitaplar yok değil. Ancak okyanus ötesine gitmeye gerek yoktur.  Koleksiyonluk denilen özel basım kitaplar batıda yaygın olduğu kadar Türkiye'de de yaygındır. Bir çok banka ve kurumsallaşmış şirketler tarafından koleksiyonluk kitaplar basılmıştır. Ancak özel basım olduğu için basım adeti de sınırlıdır. 2500  yada 1000'er adet basılmaz. Bu tarz kitapların okuyucu daha doğrusu alıcı kitlesi sabittir. O yüzden kitap sınırlı olarak 100, 200 yahut 500'er adet olarak basılır. Oran vermek belki doğru olmayabilir ama %10-15'lik kısmı elde kalır yahut özel olarak dağıtımcılar tarafından baskısı tükendi denir; daha sonra da bu elde kalan (daha doğrusu saklanan) kitaplar sahaflık denilen kitap haline gelir. Sonuç olarak normal fiyatının bir kaç misli haline gelir.

Örneğin Mimar Sinan'ın eserlerini konu alan 1993 yılı basımlı 'Sinan' kitabının fiyatı 2500-3000 TL arasındadır.

Koleksiyonluk kitap olarak sunulan kitapların Türkiye'deki durumu ya görsel yada el sanatları üzerinedir yada konusunda uzmanlaşmış kişilerin araştırmalarına dayanır.

Ancak Yılmaz Özdil'in özel basım yaptığı kitabı ne bir sanat kitabıdır nede araştırma üzerine bir kitaptır. Her ne kadar kendisi araştırma yaptığını söylese de; araştırmalarda bilimsel yaklaşılır o yüzden araştırma kitapları bol dipnot ve kaynak belirtilir.


'1881' adlı yazısında bahsettiği 'Mustafa Kemal'i neden herhangi bir şirketin promosyon malzemesi yapayım?
Bir bu kitabı Mustafa Kemal'i yüceltmek için ürettik. Herhangi bir holdingi yüceltmek için değil' deyip hemen arkasından prestij diye tarih ettiği özel basım kitabına örnek olarak Ferrari'yi vermesi ironidir.




Sonrasında verdiği örneklerin tamamı koleksiyon kitaplarıdır ve önemli olan cildi değil, içeriğidir. Ki o içeriğini her yerde bulamazsınız. O'nun vermediği ama koleksiyon kitabı olan ve fiyatı gayet de makul olan bir kitap örneği;




Dünya Basınında Atatürk Kasım 1938

Konu aslında koleksiyonluk kitap üretmek değil, pazarlamadır. Pazarlanan Yılmaz Özdil'in kitabı yada özel cilt malzemeleri de değildir. Bilakis Mustafa Kemal'in tarihsel kişiliğidir.

2012 yılında Ayrıntı yayınları tarafından basılan bir kitap, 'İsyan Pazarlanıyor'. İlk basımı çıktığı zaman kitabı edinmiştim. Ancak okumam bir yıl sonrasını buldu. Kitabın konusu isyancılaşan ve devrimçileşen kişi ve kitlelerin kapitalizm için nasıl birer tüketici haline geldiğiydi. 

Örnekler; Kurt Cobain nasıl popüler müziğin ikonu haline geldi. Sistem karşıtı olarak yazılan ve bilinen Star Trek 80'lerde ve 90'larda nasıl amerikan demokrasi propagandacısı haline geldi. İşçilerin, emekçilerin sırf gösteriş yapmamak için rock konserlerine bez ayakkabıyla gitmeleri ayakkabı piyasasına etkisi ne oldu.

Bunlar gibi bir çok örnek ile sisteme karşı durduğunuzu sanarken aslında onun bir parçası haline geldiğinizi yalın ve basit bir şekilde anlatıyor.

Koleksiyon olarak belirtilen kitap da tarihi bir kişilik olan Mustafa Kemal'in nasıl meta haline getirildiğinin net kanıtıdır. Bu kitap ile ne Mustafa Kemal onure edilmiştir ne de liderlik yaptığı toplum. 

10 Ocak 2019 Perşembe

Atatürk'ün Dehası (1)

Mecit Ünal, geçen ay bir yazı yazdı. Normal olarak da sanal dünyada kendine pek yer bulmadı. Benim haberimin olması da daha önce birlikte çalıştığım, şuan çeviri ve seri kitaplar yayımlamakla meşgul olan Sadık Usta'nın facebook'daki bir paylaşımı sayesinde oldu. Paylaşımında 'Yazmaya çekindiğim yazıyı yazan ellere şifalar diliyorum...' diye yazmıştı.

Mecit Ünal,  'Ölü Seviciler' adlı yazısında insanların neyi eksik gördüklerini hissederlerse onlar üzerine konuştuklarını anlatır. Günümüzde adalet, hukuk, kültür, ahlak gibi değerler ne kadar çok konuşuluyorsa, 'o'nun eksikliği söz konusudur' der. Sonunda da 'en çok satan Atatürk' konusuna değinir. Gerekli yazının linki aşağıdadır.

Günümüzde Atatürk konusu üzerine çok kitaplar yazılıyor önceden de fazlasıyla yazıldı  ancak bunlar okuyan kitleyi güdüleyici özelliklerden çok uzaktır. Daha çok para kazanma amacı taşıyan kitaplar. Okuyanı bir yöne yönlendirmeyen sadece kendine ahlakı bir yargı ve güdü veren kitaplardır.

Ancak bu, Atatürk hakkında yazılmayacak anlamı da çıkmamalıdır.

Anti-emperyalist kişiliğiyle Mustafa Kemal Atatürk.

Dünya üzerinde en çok anıtı dikilen lider kişi tartışmasız Mustafa Kemal Atatürk'tür. Bir çok ülke de anıt dikilmesi dışında sokaklara caddelere de adı verilmiştir. Atatürk'ün ileri görüşlülüğü, barışı amaç edinmesi gibi bir çok özelliği bir çok ülkede kendisinin varlığına saygınlık kazandırmış. Ancak bir kaç sol düşünceye sahip ülke haricinde Mustafa Kemal'in anti-emperyalist kişiliği vurgulanmaz hatta bilinmez bile.

Mecit Ünal'ın bahsettiği kişiler ve kitaplar haricinde de yine Mustafa Kemal Atatürk konuşulur. O'nun ne kadar ileri görüşlülü olduğu dile getirilir. Nitekim bütün bunlar da doğrudur ama yine de Mustafa Kemal Atatürk'ü tam olarak tanımlamaz.

Mustafa Kemal Atatürk, 1923 sonrasında devrim niteliğinde çok şeyler yapmıştır. Halifeliği kaldırması, eğitimde birliği getirmesi bu devrimlerin ilk akla gelmesi gerekenlerindendir. Çünkü bütün bunlar ortaçağın tasfiyesinin tanımıdır.



1933 yılında batı'da varolan ekonomik kriz sonucu sömürge elde edememiş İtalya ve Almanya emperyal politikalara yöneldi. Balkanlar ise bu politikaların ilk ve temel hedeflerinden biriydi. Ertesi yıl Atatürk önderliğinde yeni Türkiye bu balkan devletleriyle saldırmazlık antlaşması kurdu. Balkan Paktı adı verilen bu antlaşmaya dahil olan ülkeler olan Yugoslavya, Yunanistan, Romanya ve Bulgaristan birbirlerinin siyasi sınırlarını kabul etmiş oldular.

Arnavutluk ise Bulgaristan ile sınır sorunları olduğu için antlaşmaya katılıp imzalaması bir kaç yıl geçikmiştir.

Balkan Paktı sadece antlaşmayı imzalayanların birbirlerinin siyasi sınırlarını kabul etmekle kalmıyorlardı(bu görünen kısmıydı), herhangi bir ülkeye dışardan bir ülke tarafından saldırı olduğu takdirde birbirlerine askeri olarak yardım etme gibi yükümlülükleri vardı.

Balkan Paktı'nın daha iyi anlaşılması için Cihat Baban'ın Politika Dergisi kitabında yer verdiği Venizelos'un sözlerinin bilinmesi yerinde olacaktır.

'Bakın, bir Balkan Paktı kurmadık mı? Bir gün Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya arasında vizelerin kalkmasını, pasaportların ilgasını, gümrüklerin yok olmasını düşünmüyor muyduk? Hani, üç memleketin bir de danışma parlamentosu olacaktı? Bu pakt bütün Balkan milletlerine açık olacaktı ya!  İkinci Dünya Harbi, rejim ayrılıkları bu projeleri hep hayalhanesine naklettirdi' (Cihat Baban, “Politika Galerisi”,  s. 219). (Avrupa Birliği!?! )

1920'lerde birbirlerini boğazlayan iki milletin (Yunan ve Türk'ün) birarada tekrar yaşayabileceğinin kanıtıdır. Atatürk'ün dehası da burada yatar.

Mustafa Kemal Atatürk'ün bir diğer girişimi de ülkenin güneyinden gelebilecek tehlikelere karşı bölge ülkelerini biraraya getirerek İİran'da Sadabat sarayında Sadabat Paktı'ını kurmasıdır. Katılanlar ise Irak, İran, Afganistan'dır. Böylelikle balkanlardan ortaasya'ya kadar anti-emperyalist bir Türk etkisi oluşmuştur.




Mustafa Kemal Atatürk'ün elbette ki diğer özellikleri de anlatılması gerekir ancak ortaçağ din-tarım toplumundan sanayi temelli modern topluma geçmesi üzerinde durulmadığı gibi dönemin emperyal saldırılarında nasıl bir politika izlediğinin üzerinde de durulmuyor hatta o popüler çok satanlar arasında bir yer edinemiyor.

Mustafa Kemal'i ve döneminde yaptığı devrimler üzerinden en iyi tanımlayan fransız siyaset bilimci Maurice Duverger'dir.

'Kemalizm, Moskova ve Pekin'in etkisinde kalmamış azgelişmiş ülkelerde, doğrudan doğruya yada dolaylı çok yönlü sonuçlar uyandırmıştır. Kemalizm, kuzey amerika ve batı avrupa rejimlerinde bulunmayan nitelikleriyle, marksizmin gerçekten alternatifidir. Marksizm uygulamasına girmek istemeyen ülkeler, batı demokrasisi karşısında saptadıkları yetersizliklere çözüm getiren Kemalist modeli tercih edebilirler.'

Ölü Seviciler : https://www.aydinlik.com.tr/olu-seviciler-mecit-unal-kose-yazilari-aralik-2018

2 Ocak 2019 Çarşamba

Yunan Uygarlığı & Batı Uygarlığı




Bir süre önce salak, aptal, cahil gibi sözcükleri çokça kullanan Celal Şengör bu kez de bir konferansda Antik Yunan Uygarlığının günümüz Batı Uygarlığının temeli olduğunu anlatırken daha önceden tartışıldığını ve Türk Sinemasının en önemli isimlerinden biri olan Metin Erksan'ın buna karşı çıkarak salak olduğunu söylemiş. Odatv'de bunu haberleştirmiş. Haklı olarak da bazı sosyal medya'da bu tartışılmış.

Söylediği şey ise şöyle.

'Aptal aptal tartışmalar okuyorsunuz gazetelerde, Metin Erksan diye bir salak vardı. O, Ekrem Bey'e kafa tutuyor, efendim işte, 'Yunan mucizesi yoktur'.

Bahsettiği zaman; 20 yıl öncesi, 1996 yılında Metin Erksan'ın Cumhuriyet gazetesinde 'Yunan mucizesi yalandır' adlı yazıya Ekrem Akurgal'ın verdiği cevapla başlayan tartışmadır. Ortada Metin Erksan'a kafa tutması gibi bir durum söz konusu değildir. Tam tersine Ekrem Okurgal'ın Metin Erksan'ın 'Yunan Mucizesi Yalandır' yazısına karşılık vermeye çalıştığı kısa bir yazısı vardır. Daha sonra Celal Şengör olaya dahil olur ve bir süre konu hakkında yazın üzerinde tartışma yaşanır.

Celal Şengör de o zamanı anımsayarak 'Yunan Mucizesi Yalandır' diye yazı yazan Metin Erksan'ı Ekrem Akurgal'a kafa tuttuğunu sanarak, salak olarak görür ve konferansta anlatır.

Celal Şengör, Yunan Mucizesi'ni, son 10 yıldır katıldığı TV'lerde de sürekli olarak anlatırken, ilk kez bir toplumda eleştirel aklın benimsenmesi ve yaygınlaşması olarak tanıtıyor.

Aslında öyle mi? Celal Şengör'ün bu yazısına ve düşüncesine aynı dönem Cengiz Özkıncı'nın yazısı gayet açıklayıcıdır.  Yazının sonunda link mevcut.

Antik Yunan; Toplama Kültür

Antik Yunan'ın toplama kültür olduğu Helen düşüncesi doğana kadar olan ilk devrede kolayca görülebilir. Tanrı panteonlarının kaynağı zaten var olan Anadolu, Kafkas ve Mezopotamya kültürüdür. Örneğin Yunan mitolojisindeki Artemis (tapınağı var) sözcüğü, İskitlerin atalarından Erdimpas'tır. Yine yunan mitolojisinde önemli yer tutan 'Afrodit' sözcüğü yunanca bile değildir, Akadlıların tanrıçalarından Astarte'nin yunanca söylenişidir. İmam bayıldı mı, İmam bayildi mi? durumu daha iyi açıklar. Ki bu, sözcüklerin farklı okunuşu sadece Yunan'a özgü değildir, bir çok  toplumda bu tür farklı teleffuzlar vardır.

Antik Yunan'ın ne kendine has bir kültürü vardır yada ne de uygarlığı. Tamamen toplama olan mitolojisi gibi batılıların iddia ettiği uygarlığın mucizesi diye anlatılan şey de toplamadır. 'Yunan Mucizesi' diye bahsedilen 2500-3000 yıl öncesinde Yunanlıların Fenikelilerle ticarete başlaması sonucu ortaya çıkan bilgi ve din yığınlaşmasıdır. Aynı İyonyalıların İskitlerle ticaret yapıp Ertimpas'ın antik yunan da tanrılaşmasıdır. (Ki İskitler İyonları hiç sevmez çünkü ticaret gereği İyonların hile başvurup yalan söylemek zorunda kaldıkları için)

Helen kültürünün başlangıcı ise Babil'i ve Babil kültürünü yok edip ortadoğu'ya düalist bakış açısını getiren Perslerdir. Perslerin Anadoluyu fethi ve sonra şuan ki Yunanistan coğrafyasına gelip, antik yunanlılarca savaşması sonucu Helen kültürü oluşmuştur. Nasıl ilk dönem kültüründe Anadolu kültürü temel alındıysa, Perslerle savaş sonrası da Pers kültürü olan düalist dünya görüşü Hermes ortaya çıkmıştır. Hermes sözcüğü de Afradit gibi yunanlılarca söyleniş biçimidir. Perslerde ki Ahuramazda'ya denk gelir. Perslerin kendi dünya görüşlerinden sadece Antik Yunan etkilenmez, Anadolu ve Mezopotamya coğrafyası da etkilenir. Ki Babil kültürü neredeyse tamamen yok olurken, Perslerin düalist düşüncesi hakim olur ve şeytan kavramı çıkar. Perslerin dünya görüşü yada inancı denilen Mithra iki temele dayanır. İyiliği temsil eden Ahuramazda ve kötülüğü temsil eden Hay. Tanrı-şeytan düalismi'nin de temelidir. Latinlerinde aynı dönemde Perslerin dünya görüşünden etkilenip aynı yunanlar(helenler) gibi onlarda kendi dünya görüşlerinin bunun üzeirne kurarlar. Ancak Helenler önceki gibi kendi kültürlerini koruyamazlar bir süre sonra Romalı'ların bir parçası haline gelirler.

İsa'nın ortaya çıkması, daha doğrusu İsa'nın takipçilerinin ortaya çıkması, eski inanç sistemini geri getireceğiz söylemi (güneş kültürü ki Babil'in temeli olan Sümerlilerdir), Roma imparatorluğu altında yaşayan Helenleri etkileşim ve hristiyanlık denen dünya yorumunun kendilerine katmışlardır. Yaptıkları ilk şey ise kendi atalarının yaptıkları tiyatrolara, tanrı heykellerine saldırıp yok etmek olmuştur.

Hristiyanlığın bir farklı yorumu da Roma'da ortaya çıkmış ve varolan imparatorluk ikiye bölünmüştür. Doğu Roma diye geçen (Kuran'da ki rum suresi) imparatorluk aynı ortadoğu geleneğinden gelen imparatorluk geleneğini aynen yaşatmıştır. 6 yüzyıl öncede yıkılmıştır.

Ne Antik Yunan'ın ne Helen ve hristiyan döneminin günümüz Batı (!) uygarlığı ile bir ilgisi yoktur.
Günümüzün Batı uygarlığı bunu Antik Yunan'a yada Roma'ya değil, koloni haline getirdikleri Amerika ve Afrika kıtalarına borçludur. O kıtalardan getirdikleriyle kendi toplumlarının refah seviyesini arttırmış, bu arttırma sonucu o toplumların daha fazla ve çabuk bir şekilde nasıl daha fazla yağmalarız düşüncesi sonucu teknik ilerlemeler olmuştur. Buharlı gemilerin icat edilmesi bunların ilklerindendir. Kapitalizm öncesi manifaktür dönemi de sömürgelerden gelen malların depolanması, işlenmesi sonucu ortaya çıkmıştır.

Son olarak günümüz bilim'i latin alfabesi ile yapılmaktadır ve bilim dili olarak latin alfabesi kullanılmaktadır. Kökeni ise Antik Yunan alfabesi değil, Etrüsk tamga sistemidir. Latinler sadece Yunan'ın harfleri disipline etmesini kendine örnek almıştır. Aynı şekilde yunan alfabesi de başka bir dilin disipline edilmiş halidir; Fenike alfabesi.

Alfabe denen sözcüğün açılımı A-B'nin okunuşudur. Bu da günümüzde ki Arapça ve ibranice ile tamamen uyuşur. Alfa yerine alef ve elif'i koyarsanız anlaşılması daha kolay olur. B'de aynı şekilde arapçadaki elifba'nın be'sidir. Buradaki Elif (alef yada alfa) ise öküz başının betimlenmesidir. Çünkü öküz hayvanı 4-5 bin yıl öncesinin insanı için çok önemlidir ve kutsallık atfedilip tanrı anlamında kullanılmıştır. İlk betimlemelerde I çizildikten sonra yukarıda olacak şekilde iki yuvarlak konulmuş ve öküzün başı simgelenmiştir. Daha sonra ise iki yana konan o küçük yuvarlaklarda ortadan kalkmış şuan arapça da olan I şekline girmiştir. I elif, alef, alfa diye okunuyorken Latince'de niye A şeklini almıştır. Latinler Yunanlardan disipline edilmiş alfabeyi alırken, Yunanlarda Fenikeli'lerden disipline ederek almıştır. Yoksa arapçadaki Elif'in yani öküz başının karşılığı o iki toplumda yoktur. Olmadığı için Pelags'lar ve Etrüsklerden aldıkları Tamgalardan en önemlilerinden olan dağı (dağ en önemli kutsallardandır) simgeleyen ve AT/TA anlamına gelen A tamgasını Elif'e ve Alef'e karşılık anlamında  kullamışlardır. Latin ve Yunan alfabesi dedikleri tamgalar Etrüsk ve Pelagslardan gelirken, Alfabe anlamında disipline edilmiş betimleme yada simgelemeler de ortadoğudan alınmıştır. Kendi icat ettikleri bir şey değildir.

Cengiz Özakıncı / Prof. Dr. A. M. Celal ŞENGÖR'e "Eleştirel Akılcı Bilimsel Düşünce" Çağrısı : http://www.guncelmeydan.com/pano/prof-dr-a-m-celal-sengor-e-elestirel-akilci-bilimsel-dusunce-cagrisi-cengiz-ozakinci-t38755.html

Metin Erksan diye bir salak vardı
https://odatv.com/metin-erksan-diye-bir-salak-vardi-16121845_m.html